Yakın Tarihimiz Milliyet 64 Mb PDF
Tamamını Google Drive'dan
indirebilirsiniz, JPG olarak inceleyebilirsiniz.
https://drive.google.com/folderview?id=0BxxPvlfeR2OWVE1LS2Y5SG5iekk&usp=sharing
https://drive.google.com/folderview?id=0BxxPvlfeR2OWVE1LS2Y5SG5iekk&usp=sharing
PORTRELER
Şükrü Saraçoğlu
Cumhuriyet döneminin ilk 30 yılına
damgasını vuran siyaset ve devlet adamları sıralamasında, adı ön sıralardadır.
1867'de Ödemiş'te doğdu.
Mülkiye'yi bitirdi ve hayata lise öğretmeni olarak atıldı. Birinci Dünya Savaşı
sırasında isviçre'dedir ve Siyasal Bilimler okumaktadır.
Kurtuluş Savaşı'nda, önce Ege'de
Milis Kuvvetleri'nde yer aldı, yararlıkları görüldü. İkinci T.B.M.M.'de İzmir
milletvekiliydi. İlk hükümet üyeliği ise Fethi Okyar hükümetindeki Milli Eğitim
Bakanlığıdır (1924-25).
Onu sonra, Türk-Yunan
"Mübadele Komisyonu"nda, 4. ve 5. İnönü hükümetlerinde Maliye Bakanı (1927-30)
olarak görüyoruz. Bu görevi sırasında, hâlâ geçerli olan "Kambiyo Rejimi"ni
oluşturmuş ve "Türk Parasının Değerini Koruma Kanunu"nu hazırlamıştır.
Ayrıca, Merkez Bankası da, 1930 yılında, onun Maliye Bakanlığı sırasında
kurulmuştur.
1930-33 arasında ABD'de
incelemeler yapar, "Osmanlı Borçları" konusundaki Paris görüşmelerinde
Türkiye'yi temsil eder. Sonra 6. ve 7. İnönü hükümetleri ile Sayar hükümetinde
1933-38 arasında Adalet Bakanıdır. İcra-İflâs Kanunu, o dönemde çıkmış, İmralı
Cezaevi bu sırada kurulmuştur.
Bayar'ın 2. hükümetinden başlayarak
diplomasiye geçer ve Refik Saydam hükümetinde de, Dışişleri Bakanı olarak yer
alır. 1939-42 arasındaki bu görev ertesinde, 1942'den 1946'ya kadar süren başbakanlığı
gelir. Tek partiden çok partiye geçiş ve savaş sonrası dünyası, onu son olarak
1948'deki T.B.M.M. Başkanlığı görevinde görür. 1953 yılında İstanbul'da ölmüştür.
Türk devleti adına dış temaslar
yaptığı zaman, gerek yabancı devlet adamları ile, gerekse diplomatlarla konuşmalarında,
değişik bir üslûp kullanırdı... Ege'nin zeybek oyununa, büyük elçileri de
zorlayarak kattığı olurdu. Bir satranç ustasıydı ve bu hünerini, 2.Dünya Savaşı
boyunca, büyük devletlerin büyükelçilerine karşı, bir diplomasi aracı olarak kullanırdı...
Satranç masası başındâ, çeşitli nükteler ile dış politikamızı anlatan
cümlelerini oyunun gelişmesi içine yerleştirirdi.
Döneminin en çok eleştirilen
konusu "Varlık Vergisi" olmuştur.
Ankara kulisleri ise, onun tam teşhisi
konulamayan, fakat Alman doktorları tarafından "sıtma" şeklinde teşhis
edilen hastalığı ile uğraşırdı. Başbakanlığı bırakması üzerinde, bu hastalığı
da etken olmuştu.
VARLIK VERGİSİ
İkindi Dünya Savaşı'nın yarattığı
ortam sonucu ortaya çıkan kıtlıklar ve hızlı fiyat artışları, özellikle ticaret
kesiminde, karaborsa ve spekülasyona dayalı büyük kazançlar yarattı. Bu kazançların
vergilendirilmesi hem devlete gelir sağlayacak, hem de doğan sosyal
adaletsizlik önlenecekti.
Varlık Vergisi bu amaçla 1942 yılında
uygulandı ve devlet gelirlerinin yüzde 35'i, böylece sağlandı. Ancak verginin
miktarını illerde ve ilçelerde saptayan "tarh komisyonları", eşitsiz kararlar
alıyordu. Bu komisyon kararlarına itiraz hakkı yoktu. Komisyonlar, azamî 15 gün
içinde bir mükellef hakkında karar aldığı için, acele ve haksız kararlar çıkıyordu.
Doğan iç ve dış tepkiler sonunda
"Varlık Vergisi" 1943 yılında kaldırıldı.
MERKEZ BANKASI
Türkiye'de bir merkez bankası
kurulması için, 1923 İzmir İktisat Kongresi'nde "Millî Emisyon Bankası"
önerisi benimsenmişti. Ancak böyle bir bankanın zorunluluğu. "1929 Ekonomik
Krizi" ertesinde iyice ortaya çıktı. 1930'da 1715 sayılı kanun, emisyon
yetkisine sahip Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nı oluşturdu, ilk genel
müdürü Selahattin Çam olan T.C. Merkez Bankası, başlangıçta, sadece para
basabiliyor, kredi iskonto haddi ile altın ve döviz fiyatını saptıyordu.
1970'te yapılan değişiklik ile, 1211 sayılı kanun, Merkez Bankası'na para ve kredi
politikasının tüm araçlarını yönetmek yetkisini ve kredi faizlerini saptamak
hakkını da verdi. 1980 yılı 1 temmuzundan beri "serbest faiz" sistemi
uygulanmasına rağmen, Merkez Bankası para-kredi sisteminin kontrolünü elinde tutmaktadır.
HİTLER TÜRKİYE'Yİ İŞGALE HAZIRLANMIŞTI
1940 sonunda Alman ordusu İstanbula girecek, işgal komutanlığı Perapalas Otel inde kurulacaktı...
Hitler'in Mahmul Soyedan'a verdiği demecin yayınlandığı Milliyet gazetesi.
Hitler, Atatürk'e hayran, İnönü'ye
ise kuşkuluydu...
GAZİ Almanya'sının lideri Hitler,
22 ağustos 1939 günü yani ikinci Dünya Savaşı'nın başlamasından 9 gün önce Obersattzburg'daki
karargâhında generallerine bir durum değerlendirmesi yapmış ve şöyle demiştir:
"-Türkiye'yi Mustafa
Kemal'in ölümünden sonra dar kafalı ve basiretsiz insanlar yönetiyor!"
Bu Hitlerin gerçek düşüncesiydi. Atatürk'e
ne kadar saygı duyuyorsa İnönü'ye karşı da o denli kuşkuluydu.
Hitler, 1930'da Başbakan, I933'de
de Devlet Başkanı olduktan bu yana Atatürk'ten hep övgüyle bahsetmiştir. I934'de
kendisini ziyarete gelen Türk Parlamento heyetine:
“-Türk bağımsızlık savaşı beni her
zaman aydınlatan bir örnektir" diyen Hitler, aynı günlerde
"Milliyet" başyazarı Siirt milletvekili Mahmut Soydan'a da şu demeci
vermişti:
" — Almanya ve Türkiye aynı
dönemde ve aynı koşullarla çökmüşlerdi. Türkiye ulusal bir atılımla kurtuldu. Bu
sonuç Almanya'nın kurtulması için başlattığımız ulusal girişimin başarılı sonuç
vereceği konusunda bizde de güçlü bir ümit yaratmıştır.
Gerçek şudur ki, Türkiye'de doğan
ve parlayan yıldız bize izleyeceğimiz yolu göstermiştir.
Atatürk öyle bir kişiliğe
sahiptir ki, daima çağımızın en büyük kişilerinin önünde olacaktır. Bu tarihin
ona verdiği haktır."
Adolf Hitler
«Haliç'teki son İngiliz...»
Yukardaki karikatür, Birinci
Dünya Savaşı sırasında Alman dergisi Kladderadatsch'da yayımlanmıştı.
İngilizİerin Çanakkale'de uğradıkları bozgunu hatırlatân karikatürün altındaki
yazı şöyleydi: "HALİÇ'TEKİ SON İNGİLİZ..." Hitler, Rusya üzerine
yürümeden önce Türkiye'yi hedef almayı düşünmüş ve Alman orduları
komutanlarıyla bu konuda ayrıntılı hazırlıklar yapmıştı. Türkiye'nin işgal
planlarının tamamlanmasına karşın, Hitler son anda hedef değiştirmiş ve
Türkiye'ye uzanmadan doğruca Rusya'ya yürümüştü.
İLK KEZ AÇIKLANIYOR
Almanlar'ın, Türkiye'yi işgal
planı daha sonra Bir Alman alayının arşivinde unutulmuş, Rusların eline geçmiş,
onlarda «görün» diye bize vermişlerdi
Büyük Amiral Peader, Sovyetler
Birliği'nden önce Türkiyenin işgalini öngörmüş ve Hitler'e baskı yapmıştı
Hitler ise Türkiye uzmanlarıyla yaptığı konuşmalardan sonra Türkiye yerine
Rusya'ya saldırmayı yeğlemişti
Ahmet Yalım
Hitler'in en güvendiği asker, Alman donanmasının komutanı büyük amiral Von
Reader'di. 1 eylül 1939'dan, yani İkinci Dünya Savaşı'nın başladığı günden bu
yana büyük amirali yanından ayırmamış, savaş durumunu onunla birlikte izlemişti.
Alman orduları Polonya'yı ezmiş, Fransa, Benelüx, Danimarka ve Norveç işgal
edilmiş, sıra Balkanlar'a gelmişti.
İşte o günlerde büyük Amiral Von Reader, 16 ve 26 eylül 1940'da
Hitler'le yaptığı iki konuşmada:
" —
Barbarosa harekâtına (Rusya'nın işgali) girilmeden önce, Türkiye'yi işgal
etmeliyiz" demişti.
Hitler bu öneriyi dikkatle dinlemiş, ancak bir karara varmamıştı. Büyük
amirale göre eğer Türkiye işgal edilirse, Sovyetler'e hem Polonya'dan, hem de
Kafkasya'dan saldırma olanağı doğacak ve Rusya'nın dize getirilmesi kolaylaşacaktı.
Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Von Papen ise, bu düşünceleri paylaşmıyordu.
Ona göre, Alman orduları kısa zamanda Trakya ve Ege'de egemenlik kurabilirlerdi ama Toroslar ve Doğu Anadolu'da
Türk piyadesinin güçlü direnişiyle batağa saplanabilirdi. Von Papen, 1. Dünya
Savaşı'nda asker olarak bulunduğu Türkler'i iyi tanıdığını da ileri sürüyordu.
Almanya'nın Ankara'daki askerî ataşesi Albay Rohde de büyükelçinin görüşlerini
destekliyordu.
İŞGAL PLANI HAZIRLANIYOR
1940-41 yıllarında Türkiye'ye saldırı konusu Alman Genelkurmayı için oldukça
önemli bir uğraşıydı. 1939 kasımına kadar Türk ordusunda eğitmen olarak görev
yapan Gn. Ritter Von Mittelberger, 10 şubat 1941'de Alman Genelkurmay'ına Türkiye
konulu bir konferans vermişti. Generale göre. Türk Trakya'sına saldırıya geçildiği
zaman yıldırım orduları süratle sahil yolundan İstanbul'u işgal etmeli ve
Anadolu'ya geçmeliydi. Mittelberger daha sonra Alman birlikleri için güçlüklerin
doğacağını ileri sürüyor ve, "Eğer Türkler büyük bir ruhsal çöküntüye uğramazlarsa,
çok sert bir direnme ile
karşılaşmamız doğaldır" diyordu.
Bu sırada Alman Genelkurmay'ının Harekât Dairesi Başkam Albay Heusinger'e
de, "Türkiye'yi işgal" planı hazırlaması görevi verilmişti. Albayın
bir hafta içinde hazırladığı plan incelemesi için Balkanlar'ı işgalle görevli
Alman Feldmareşali List'e gönderilmişti.
TÜRKLERE GEÇEN PLAN
1941 yılının 21 haziranında Alman orduları Sovyetler Birliği'ne saldırmıştı.
Alman oraları süratle Rusya'nın iç bölgelerine doğru ilerliyorlardı, işte, savaşın
başlamasından dört hafta sonra SSCB'nin Ankara Büyükelçisi Trentiev, Türk Dışişleri
Bakanlığı'nı ziyaret ederek Şükrü Saraçoğlu'na. "Elimizde, Almanların, Türkiye'yi
işgal planı var!.." diye iddia etmişti.
Dışişleri Bakanı da:
"-Gösterirseniz,
seviniriz" demiş
ve bu planın nasıl ele geçirildiğini sormuştu.
Olay İlginçti. Alman Genelkurmay'ı, Türkiye yerine Rusya'nın işgal
edilmesini kararlaştırdığı zaman hazırlanan bu plan 51. Alman Kimya Alayı'nın
arşivinde unutulmuştu. Alay önce Bulgaristan'ın işgalinde görev almış, daha
sonra da tüm Alman birlikleriyle birlikte Doğu cephesine sevkedilmişti. Alayın
arşivi ise, savaşta Sovyetler'in eline geçmişti. Sovyet yetkilileri de planı hemen
Ankara'daki elçiliklerine göndererek Türkler'e bilgi vermesini istemişlerdi.
Böylece Türkiye'yi işgal etme planı dolaylı yollardan Türklerin eline geçiyordu.
Bugün Türk Genelkurmay'ının elinde bulunan Almanların Türkiye'yi işgal
planı "ÇOK GİZLİ • Feld Mareşal List'e özel" başlığını
taşıyordu.
5 bölümden oluşan dosya bir hayli kalabalıktı. İstanbul ve İzmit Körfezi'nin
1/l00 bin ölçeğinde yapılmış haritalarda en ufak ayrıntılara kadar dikkat edilmişti.
Uçak alanları, deniz inşaat tezgâhları, savaş gereçleri üreten fabrikaları,
liman tesisleri, demir fabrikaları, tren antrepoları, tersaneler, askerî telsiz
istasyonları ve kimyevi madde üreten laboratuvarlar özel işaretlerle belirlenmişti.
Yine bölgedeki tüm köprüler işaret edilmiş ve bunların yapımında kullanılan
malzeme de yanlarına yazılmıştı.
PERAPALAS'A
YERLEŞMELİ
Dosyada harita ve krokiler dışında İstanbul’la İlgili ayrıntılı bilgi
de bulunuyordu. Örneğin planın 25'inci sayfasında Alman birliklerinin İstanbul'da
nasıl dağılacağı ayrıntılı şekilde anlatılmıştı.
"-Kumanda heyeti,
kurmay başkanları ve karargâh birlikleri ancak Beyoğlu'nda uygun şekilde
yerleştirilebilir. Beyoğlu'nda 7 büyük otel bulunmaktadır. Bunların en
iyileri de Perapalas, Tokatlıyan otelleridir. Kumanda heyeti özellikle
Perapalas Oteli'ne yerleşmelidir. Bölgede birçok küçük oteller daha vardır.
Buralarda karargah subayları kalabilir.
Beyoğlu'nda Fransız ve
Alman okulları gibi sağlam ve büyük binalar da vardır. Buraya karargâh
birlikleri yerleştirilebilir. Taksim alanı çevresinde de taşıtların korunmasına
uygun büyük kışlalar bulunmaktadır."
Dosya daha sonra Boğazlar konusunda şu bigileri de kapsıyordu:
" - Karadeniz'in
kuzey kıyalarına çıkartma yapmak son derece güçtür. Bunun tek nedeni bölgenin
fırtınalı ve sarp kayalardan oluşmasıdır. Buralara ancak küçük balıkçı kayıklarıyla
çıkartma yapılabilir. Daha ötede Marmara kıyıları hafif meyilli olduğu için
buraya çıkartma daha kolaylıkla gerçekleşir. Ancak buranın Çatalca müstahkem
mevkiinin ateşi altında olduğu unutulmamalıdır."
Hitler bu planı erteleyecek ve Rusya'ya saldırmayı yeğleyecekti.
Hitler'in Genelkurmay Başkanı Halder de güncesine şöyle yazacaktı:
"—
Türkiye'ye saldırmaktan vazgeçmezsek Rusya'ya karşı olanaklarımızı kaybederiz.
Hitler son görüşmemizde bana şöyle dedi:
"—
Rusya'yı ezdikten sonra Türkiye'ye saldıracağız."
Böylece Hitler, Türkiye'yi, "silah gücü yerine siyasal alanda
boyun eğdirmeye" çalışacaktı. Bu görevde Ankara'daki büyükelçileri Von
Papen'e verilmişti.
Politika 11 gazetecinin ölümüne neden oldu
Asrın başında öldürülen ilk gazeteci Serbesti gazetesinin başyazarı
Hasan Fehmi Bey'di. Öldürülen son gazeteci ise gazetemiz başyazarı Abdi İpekçi
oldu Hüseyin Cahit Yalçın 31 mart isyancılırı tarafından hedef olarak
alınmıştı. Ancak caniler, kendisine çok benzeyen lazkiye Milletvekili Aslan
Bey'i öldürmüşlerdi
Serbesti gazetesi Başyazarı Hasan Feheni Bey, üzerinde 9 mart 1325 (l909)
tarihli Manastır damgası bulunan mektubu, "İkdam" gazetesinin
sahibi Ahmet Cevdet Bey'e uzatarak yarı heyecanlı. yarı umursamaz bir tavırla
konuştu:
"İdamıma hükmedilmiş lütfen
okuyunuz."
"Meçhul bir dost" imzasını taşıyan mektupta şöyle deniyordu:
"Açık imzamı
koymaktaki mahzurları takdir buyuracağınıza inanıyorum. Hatta bu satırları
kendi yazımla bile takdim etmiyorum. Şimdiki hükümeti tutan komita tarafından
sizin ve sizden sonra öteki muhalif kalem erbabının öldürülmelerine kesinlikle
karar verilmiştir. Bunu güvenilir bir şekilde öğrendim. Bu durumu ihbar
etmekle, bir vicdan vazifesini yerine getirdiğime inanıyorum. Dikkatli
olunuz."
Ahmet Cevdet Bey, bu mektubu okuduktan sonra, Hasan Fehmi Bey'e durumu
hemen Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa'ya bildirmesini ve kendisinin de
"ihtiyatlı" davranmasını, hatta şu sıralarda pek sokağa çıkmamasını önermişti.
Hasan Fehmi Bey, bu uyarılara aldırmadı, hatta o günlerin en sert eleştirilerini
yazmayı sürdürdü. Serbesti gazetesi ağır hücumlarla hükümeti sarsıyor, Hasan
Fehmi Bey'in yazıları aydın çevrelerde geniş yankılar uyandırıyordu.
1909 yılnın baharında ülkenin durumu şöyleydi: Meşrutiyet ilân edileli
sekiz ay olmuştu. Balkanlar kaynıyordu. Azınlıklar arasında ayrılma yolundaki
girişimler artmıştı. Bulgaristan'da durum karışıktı. Hızla yıpranmakta olan İttihat
ve Terakki hükümeti sert eleştirilere uğruyordu.
KÖPRÜ
ÜSTÜNDE CİNAYET
6 nisan salı günü öğleden sonra Yeni Postane'nin arkasındaki Kâtipyan
Hanı'ndaki ''Serbesti" gazetesine kendini ziyarete gelen dostu Kaymakam Şakir
Bey ile beraber çıkan Hasan Fehmi Bey, Beyoğlu'nda bir dostlarına gitmişlerdi.
Dönüşte yüksek kaldırımdan inip Galata Köprüsü'nün sağ kaldırımından beraberce
yürüyerek geçiyorlardı. Köprünün ortasında bulunan karakolu kırk metre kadar
geçmişlerdi ki, "Mevlan" diye bir ses gürledi ve sesin hemen ardından
bir tabança patladı. İki arkadaş başlarını geri çevirirken üç silah sesi daha
duyuldu. Havanın henüz kararmakta olduğu bu sırada Köprü üzeri genellikle
kalabalık olurdu ama, katil ya da katiller silahlı saldırılarını tenha bir
zamana rastlatmışlardı.
Daha sonra, bu cinayet Meclis-i Mebusan'da tartışmalara yol açtığı
zaman İstanbul Mebusu Zöhrab Efendi, "Komitacılar, cinayet için köprüyü
boşaltacak kadar nüfuz sahibidirler" diyecekti.
Hasan Fehmi Bey'in öldürülmesi, başkentte büyük tepki uyandırdı. Cenaze
görülmemiş bir kalabalığın katıldığı bir törenle kaldırıldı. Darülfünunlu gençlerden
gelen kalabalık bir grup Bab-ı Ali'nin önünde yaptıkları gösteride hükümetin,
Meşrutiyet'in şanına yakışır şekilde tedbir almasını istedi.
Hukuk mektebinde okuyan gençlerden Burhanettin Efendi (Burhan Felek) binek
taşlarından birinin üzerine çıkarak: "Hükümet
idaresine yön verdiği anlaşılan gizli ellerin, kirli parmakların artık kırılmasını
ve memleketin anarşiden kurtarılmasını" bağıra bağıra dile getirdi.
Sonunda, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa, topluluğun karşısına çıkarak,
"Katilin yakalanıp cezalandırılması için hükümetçe, gerekli tedbirlerin alındığını,
katilin ibret olsun diye Sultanahmet Meydanı'nda idam edileceğini" söyledi.
KİMDEN İNTİKAM?
Zaman zaman gazeteler, katilin tipinin belirlendiği, kimliğinin
saptandığı ve yakalanmasının "an meselesi" olduğu yolunda haberler
yayınlıyordu. Bu arada, hükümet şiddetle eleştiriliyor, mitingler birbirini
izliyor, ortalığı "intikam" bağırışları kaplıyordu. Devrin tanınmış
yazarlarından Süleyman Tevfik Bey bu konudaki anıları arasında şunları yazar:
"İntikam!.. İntikam
seslerinin mahiyetini anlamıyorum. Kim kimden intikam alacak? Zaten bir avuç
Türk kaldık!.."
Hükümet tedbir olarak protesto mitinglerini yasaklayınca, kamuoyundaki
tepki daha da şiddetlendi. Bunu fırsat bilen Sultan II. Abdülhamit'in genç Meşrutiyet'i
yıkmak için gerici akımları körüklediği görülüyordu. Nitekim Hasan Fehmi
Bey'in öldürülmesinden bir hafta sonra bilinen 31 mart olayı patladı. (13
Nisan 1325)
Böylece, Meclis'teki tartışmalar, Hasan Fehmi Bey'in katilinin Harbiye
nezaretince terfi ettirildiği yolundaki söylentilerde unutuldu, cinayetin üzerine
bir perde indi. Ancak, birer yıl arayla iki gazetecinin daha, 19l0'da Ahmet
Samim'in, 1911'de Zeki Bey'in öldürülmesinden sonra konu yeniden alevlendi. Üçü
de Galatasaray'dan yetişme ve üçü de İttihat ve Terakki'ye karşı olan bu
gazetecilerin aynı kaynaklarca, avnı sorumsuz ve gizli eller tarafından öldürüldüğü
ortaya kondu. Daha sonra yapılan açıklama ve incelemeler, bu cinayetlerin İttihat
ve Terakki'nin Merkez-i Umumi üyelerden bazılarınca, bilindiği ve bir komita
tarafından uygulandığı noktasında toplandı.
1908 inkilâbında "Volkan" adlı bir gazete çıkartarak "31
Mart" ihtilâlini körükleyen Hafız Derviş Vahdeti ise, yargılanarak ölüme
mahkûm edilmiş, l909'da İstanbul'da Ayasofya meydanında asılmıştır.
"Seda-ı Millet" gazetesinin yazarı Ahmet Samim de tehdit
mektupları alıyordu. Bu tehditlere aldırmayarak eleştirilerini sürdüren Ahmet
Samim bir arkadaşına yazdığı mektupta: "İttihat ve Terakki Cemiyeti idamıma
hükmetmiş. Ben idam olunacağım. Bunu yarı resmî şekilde bana bildirdiler.
Haberiniz olsun" diyordu.
Nitekim 9-10 haziran 1910 gecesi Fazıl Ahmet (Aykaç) ile gazetesinden çıkıp
evine giderken Eminönü'nde kurşunlanarak öldürüldü. Hasan Fehmi gibi onunda
katilleri bulunamadı.
Ahmet Emin Yalman, o günlerin havasını anlatırken, "Menfaat ve
ihtiras hisleri yüzünden iki kampa ayrılan Türk politika ve flkir adamları
birbirlerine, vücudunun ortadan kaldırılması caiz vatan hainleri gözü ile bakıyorlardı"
der. Hüseyin Cahit Yalçın'da bu konuda yıllar sonra 1936'da şunları yazıyordu:
"Tabiidir ki, bu siyasî cinayetde, bütün siyasî cinayetler gibi
hiç bir şeye yaramadı. Aksine siyasî mücadeleler daha gayri tabiî, daha vahşi
ve yırtıcı bir şekil almak yolunu tutuyordu, Türkiye'de parlamento rejiminden
ümidi kesmek lazımdı. Artık başka cinayetlere, mukabil taarruzlara, komplolara
gizli cemiyetlere intizar etmeliydi."
İttihat ve Terakki'nin kurbanı üçüncü gazeteci Zeki Bey oldu. Duyunu
Unumiye'de çalışan Zeki Bey, bir yandan da "Mizan" gazetesinde İttihat
ve Terakki aleyhinde yazılar , yazıyor, çeşitli malî yolsuzlukları ortaya döküyordu.
10 temmuz 1911 gecesi (Bakırköy'deki evine giderken öldürüldü. Bu kez katiller
yakalandı. Bunların Ahmet ve Nazım adlarında ittihatçı iki fedai olduğu anlaşıldı.
Katilin idamı gerekiyordu ama, ikisinden hangisinin öldürdüğü kesinlikle anlaşılmadığından
her ikisi de l5'er yıl hapse mahkûm edildi ve üç yıl sonra Birinci Dünya Savaşı'nda
başıbozuk asker olarak salıverildiler.
CESEDİ
ÇUVALA KONDU
İlk üç örnekten farklı nitelikte olmakla beraber, öldürülen
gazeteciler bukadarla bitmiyordu. Selanik'te "Silah" adında bir
gazete çıkardığı için kendisini Silahçı Tahsin lakabı takılan Hasan Tahsin de
bunlardan biriydi, önceleri İttihat ve Terakki'nin fedaileri arasında bulunan Silahçı Tahsin, çıkardığı
gazetelere "Silah". "Süngü", "Bomba" gibi adlar
veriyor ve kendine has uslubuyla sağa sola çatıyordu. "Delifişek"
mizaçlı olarak tanınan Silahçı Tahsin'i bir gün eski arkadaşları toplantılarına
çağırdılar, uyuşturucu kahve içirdikten sonra Çerkez Eşref denen bir kiralık
katile iple boğdurdular. Cesedini de ertesi günü bir çuvala koyarak Edirnekapı
dışında bir mezarlığın yakınına bıraktılar.
Gazeteci Hasan Tahsin Recep (Osman Nevres) ise, İzmir'de düşmana ilk
silahı attığı için Yunanlılar tarafından şehit edilmişti. İzmir'de (Hukuk-u Beşer)
adlı gazeteyi çıkaran Hasan Tahsin, İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalini protesto
amacıyla çevresindeki aydınlarla beraber Redd-i İlhak bildirisini hazırlamıştı.
15 mayıs 1919 günü İzmir'e çıkan Yunan askerlerine Konak Meydanı'nda bomba
atarak direnişi başlatan Hasan Tahsin orada düşman askerleri tarafından öldürüldü.
Daha sonra, adına bir anıt dikildi. Öldürülen gazeteciler tarihinde birde linç
edilen "Kalem erbabı'", bulunuyor. Ali Kemal, 1889'da Halep'e sürüldükten
ve bir süre Avrupa'da kaldıktan sonra II. Meşrutiyette yurda dönmüştü. Hürriyet
ve İtilaf partisine giren Ali Kemal, İttihat ve Terakki Partisi'ne karşı yazılar
yazıyordu. Damat Ferit Paşa kabinesinde bakanlık da yapan Ali Kemal mütareke
yıllarında Anadolu'daki Millî Mücadele aleyhinde de yazılar yazdı, İstanbul'da
tutuklanıp Ankara'ya götürülürken İzmit'te halk tarafından linç edildi.
Öldürülmek istenen, fakat rastlantı sonucu bu feci sondan kurtulan iki
gazeteci de var. Bunlardan biri Hüseyin Cahit Yalçın'dır. 31 Mart olayında
ayaklanan isyancılar. Hüseyin Cahit'e çok benzeyen Lazkiye Mebusu Emir Aslan
Bey'i Meclis-i Mcbusan'ın önünde, Hüseyin Cahit sanarak öldürdüler.
Daha yakın devirde de Ahmet Emin Yalman kendisine yapılan silahlı saldırıdan
yaralı kurtulmuştu. "Vatan" gazetesinin Başyazarı Yalman 1962 yılının
22 kasımında gece,
Malatya'da postaneden çıkarken, Hüseyin Üzmez adında bir lise öğrencisinin kurşunlarına
hedef olmuştu. Bu arada, 1974 Kıbns Barış Harekâtı, sırasında vurularak şehit
olan foto muhabiri Adem Yavuz'u da anmak gerekir.
Geride bıraktığımız yakın yıllarda da üç gazeteci daha siyasal
cinayetlerin kurbanı oldu. Bunlar "Politika" gazetesinin Yazı işleri
Müdürü Ali ihsan Özgür, sağ görüşlü yazar İlhan Darendelioğlu ile İsmail Gerçeksöz
idi.
Görüldüğü gibi, çeşitli zamanlarda çeşitli nedenlerle gazeteciler öldürülmüştü.
70 yıl önce, yalnız düşünce özgürlüğüne karşı değil, rejime ve ülke bütünlüğüne
karşı gizli ve kirli emellerinin amacı için üç gazeteciyi seçen eller, 70 yıl
sonra da aynı emellerine Abdi İpekçi gibi bir gazeteciyi hedef yapmışlardır.
YABANCI KAYNAKLARDAN
İZMİR'İN KURTULUŞU
L'ILLUSTRATION
Kemalist Ordular
Başkomutanı Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi Komutam İsmet Paşa'yla birlikte.
BİR FRANSIZ SUBAYININ ANILARI
9 eylül günü İzmirde çok büyük olaylar bekleniyordu
Savaşın başlarından beri Yunanlıların, Türklere
insanlık dışı tutumlarına karşı, o gün korkulan olayların hiç biri olmadı
Mustafa Kemal Paşa, Rumlar'a kötülük yapılmamasını
emretmiş, böyle davranışta bulunacaklara en ağır cezaların verileceğini
söylemişti. Fakat Rumların yüreğindeki korkunun dinmesine yetmemişti bu haber.
Ama Türk askerleri Kemal Paşa'nın her dediğini yapıyordu
İZMİR'in, Türk ordusu tarafından kurtarılmasına Batı basını geniş yer verdi.
Türklerin, İzmir'e girdikten sonra büyük çapta bir katliam yapmasını
bekleyen Batılılar. 9 eylül 1922 günü tanık oldukları görünüm karşısında
hayretlerini gizleyemediler.
İşgalci Yunan kuvvetlerini bozguna uğratan Türk ordusu düşmandan arındırılmış
İzmir'e, düzenli bir biçimde ve her zamanki disiplini çerçevesinde girerek,
kentin ana caddelerinde resmigeçit yaptı.
Batı basınının temsilcileri Türk ordusunun bu görüşünü hayret ve
hayranlıkla izlediklerini, gazetelerine bildirirlerken, kentte bir iki polis
olayı dışında, değil yağma ve katliam, hiçbir karışıklık bile görülme diğini yazdılar.
Fransa'nın Le Figaro gazetesi ise. İzmir'de görevli bir
Fransız subayın kurtuluş günü öncesi kaleme aldığı anılarını yayımladı.
İtalya'nın Corriera Della Sera
gazetesi ise. İzmir'de bulunan Chicago Tribüne gazetesi muhabirinin gazetesine
gönderdiği yazısından yaptığı alıntıyı yayımladı.
İngiltere'nin Morning Post
gazetesinde Aydın demiryolu istasyonunda çalışan bir İngiliz'in, annesine gönderdiği
mektupu yer aldı.
Türk ordusunun İzmir'e girişini ve kurtuluş gününü izleyen günlerdeki
tutumunu somut örnekler biçiminde gözler önüne seren bu yayınlardan bir bölümünü
bu sayfalarda sunuyoruz.
FOREIGN - COMMENT
Yunanlıların
"Asya'daki Yunanistan" düşlerinin alevler arasında yok olduğu kent:
İzmir, İzmir in yakılışı "Dünyanın en büyük trajedisi" olacak ve bu
olayın sorumluluğu "tarihçiler arasında paylaşılacaktır."
5 EYLÜL 1922
"Cepheden gelen trenler, buraya asker getiriyorlar. Bunlar gerçekten
bir ordu oluşturabilir mi? Bitkin askerler, buradaki sivil göçmenlerle
birbirlerine karışmış durumdalar. Hepsi de, limandaki Yunan nakliye gemilerine
bir an önce binebilmenin bir yolunu arıyor.
Türkler yaklaşıyor. Türk gölgesi artık Manisa tepelerine kadar ulaştı.
Bu olay, Hıristiyanlarda zaten var olan korkuyu daha da alevlendirdi.
Her biri 10 bin askerden oluşan beş Yunan tümeni, Afyonkarahisar hatlarında
darmadağın olmuştu. 26 ağustostaki büyük Türk hücumunun, Yunan ordusunu ne
duruma getirdiğini artık herkes biliyor. Bu hücum çok dikkatli bir biçimde hazırlanmıştı
ve sonucu da, bu hazırlıktan beklendiği gibi kusursuz olmuştu.
Büyük Türk hücumunun hedefini oluşturan beş Yunan
tümeni, uğradıkları bozgunun paniği
içinde İzmir, Bursa ve Balıkesir tren yoluna attılar kendilerini.
Yunanlılar, tehlikenin ne denli yakın ve büyük olduğunu anlayamıyorlar.
Çünkü ordularının haberalma örgütü, son derece yetersiz bir çalışma içinde.
İzmir'deki Fransız Başkonsolosu M.Grayye, tehlikenin boyutlarını üç ay öncesinden
öngörmüştü.
Onun saptamalarına göre Yunan askerleri komuta, beslenme ve araç-gereç
yönünden büyük bir boşluk içindeydiler. Uzun bir süredir devam eden savaş, üstelik,
morallerini de çökertmişti.
Büyük devletlerin araya girerek, Yunanlılar'dan, Anadolu'yu terketmelerini
isteyecekleri ve Yunan ordusunun İstanbul'a girmesine izin vermeyecek leri biçimindeki
söylentiler ise, onları tamüyle amaçsız kişiler topluluğu durumuna getirmişti.
HACI ANESTİ'NİN HAYALİ
Cephede uğrayacakları ilk başarısızlık, böyle bir orduda ancak bozgun
yaratabilirdi.
M. Grayye'in gördüğü ve hükümetine bildirdiği tablo böyle idi.
İzmir'deki Yunan üst komiseri İsterkiyadîs, belirli bir gerekçe ileri sürmeden
sahneden çekilmişti. Yunan, ordusunun göremediği bu gerçeği acaba kişi olarak İsterkiyadis
mi görmüştü?
Hacı Anesti ise, bambaşka bir düşünceye sahipti. Ona göre Yunanlılar, İzmir
önünde hazırladıkları bir hatta, Türkleri durduracaklar ve Türk ordusunun İzmir'e
girmesine izin vermeyeceklerdi.
Ama hangi askerleriyle? Herhalde, cepheden dönen bu perişan askerlerle
değil.
Hacı Anesti, Trakya'dan gelecek düzenli 3 alaya ve İzmir'deki 4 bin
jandarmasına güveniyor. Ancak bu 3 alay, moralleri cephedeki askerler kadar
bozuk olan jandarmayla birlikte, İzmir'i koruyabilecekler mi? Bu konu çok kuşku
vericidir.
İzmir'in içinde, ' Türklerin hareketleri kendilerine pek pahalıya
malolacaktır' biçiminde sözler dolaştırılıyordu. Bu sözlerden amacın kentlerde
yangın çıkarmak olduğu sonradan anlaşıldı.
Uşak'tan çekilirken Yunan birlikleri, erzak ve askeri araç gereçlerini
yakıyorlar bahanesiyle, kenti aleve vermişlerdi.
Türk öncüler, tren yolu üzerindeki iki fabrikayı tahrip etmişlerdi ama
Yunanlılar, bu öncülerin, tren hattını da tahrip edeceklerinden korkuyorlardı.
Bu hat. onlar için son derece gerekliydi.
«KÖTÜLÜK YAPILMAYACAK»
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri Rumlara kötülük yapılmamasını emretmiş,
böyle davranışta bulunacaklara en ağır cezaların verileceğini söylemişti. Fakat
Rumların yüreğindeki korkunun dinmesine yetmemişti bu haber. Acaba askerler,
onun emrini sonuna kadar dinleyecekler miydi? Bu kuşku, Yunanlılar da korkuya
dönüşüyordu.
Kentteki Yunan memurlar ise, bir Türk tehlikesine karşı önlem almaktansa,
kenti terketmeyi daha akılcı buluyorlar.
Biz Fransızlara gelince, durum daha değişik bir görünüm gösteriyor.
Biz, kenti korumak için gerekli kuvvetlere sahip değiliz. Deniz birliklerimizin
görevi ise öncelikle, kendi vatandaşlarım ve ulusal çıkarlarım korumaktadır.
İzmir limanında, Visamiral Dobruk ile Ayron Duk ve Beşinci Kral George
zırhlıları, bir korvet süvarisi tarafından komuta edilen iki küçük İtalyan kruvazörü
ve Kontramiral Domenil'in komutasındaki Edgar Kine ile Ernest Renan adlı kruvazörlerimiz
bulunuyor.
Amiralimiz, bugün Ayron Duk zırhlısındaki toplantı için girişimlere başladı.
Toplantıya, üç büyük donanma komutanından başka, müttefiklerin ve Amerika'nın
konsolosları da katıldılar.
İtalyan temsilcinin bu işlere karışmamak konusunda ülkesinden talimat
aldığı, İngiliz temsilcisinin ise vatandaşlarını gemilere bindirerek güven
altına almak istediği açıkça anlaşılıyor.
Amiral Domenil, Yunan liderlerinin çaresizliği karşısında Fransız
konsolosluğunu korumak görevinin kendisine kaldığım söylüyor ve bunun için de
elindeki araçlar ve deniz kuvvetlerini kullanabileceğini bildiriyor.
Amiral Domenil ayrıca, İstanbul'da bulunan Jeanne D'arc zırhlısının İzmir'e
gelmesi için İstanbul'a telgraf çektiğini bildirdi.
Bugün Ernest Renan kruvazörü, bir bölük deniz askerini karaya çıkardı.
Bu askerlerin üç mangasına Türkler, yollarda dostluk gösterdiler. Askerler doğruca
Fransız konsolosluğuna gittiler ve binayı kuşatıp güven altına aldılar.
Bizim arkamızdan İngiliz ve İtalyanlar da aynı önlemi aldılar. Hacı
Anesti, kendi görüşüne göre böyle bir önleme gerek olmadığını söyledi, fakat bu
önlemlerin alınmasına engel olmayacağını bildirdi.
7 EYLÜL 1922
Kendilerini Yunanistan'a götürecek bir gemiye binebilmek umuduyla Anadolu'nun
çeşitli yerlerinden kaçıp gelen Rum göçmenler ve ordudan firar eden Yunan
askerler. İzmir'de büyük bir kalabalık oluşturuyor.
Bunların Yunan gemilerini bindirilme işlemi, belirli bir ölçüde sağlanabilen
bir düzen içinde gerçekleştiriliyor. Bu belirli düzen ise konsoloslar,
amiraller ve özellikle Fransız amiralinin, Yunan makamlarıyla yaptıkları görüşmeler
sonunda sağlanabildi.
İstekiyadis ise, kenti en kısa sürede terkedilebileceğini bu akşam Amiral
Brook'a bildirdi. Yunan ordusuna mensup askerler, kentin 30 kilometre batısında
olan Urla veya Çeşme'den gemilere bindirilecekler.
Türklerin hızla, ilerlemeleri sayesinde Yunanlılar Manisa'da yangın çıkarmakta
başarılı olamadılar. Fakat Bornova'da dün yangın alevleri gördük.
İzmir'deki Fransız uyruklu ileri gelen kişiler. Edgar Kine zırhlısına
alındılar. Başkonsolos ve Amiral Domenil, gerektiğinde Fransız kolonisinin tümünün
gemilere bindirilme olanaklarını gözden geçirdiler. Buraya bugün gelen Torville
nakliye gemisi, bu iş için kullanılabilecek. Fransızlar, her olasılığa karşı, şimdilik
bir milis kuvveti oluşturmak istiyorlar. Bunun için gerekli silahlar, İstanbul'daki
Fransız kuvvetlerinden istenildi.
İngiliz amirali, kuşkusuz, yeni talimat almış olmalı. Çünkü İngiliz
Konsolosluğu'ndan başlıca, Oriental Carpet Company ve National Bank Turkey
gibi, İngilizler'e ait kuruluşları da konuma altına almaya hazırlanıyor. Bize,
(Fransızlara) gelince... Bizim hazırlıklarımız önceden tamamlanmıştır. Biz,
Fransız Hastanesi'ni Frer Okulu'nu, Credit Lyone ve özel olarak yardımımızı
isteyen şimendifer yapım binalarını koruyacağız.
GÜVENLİK ÖNLEMLERİ
Son Yunan nakliye gemisi de hareket etti. Bay İsterkiyadis,
Yunanistan'a dönmüyor, Fransa'ya gitmek istiyor. Fransız Başkonsolosu'ndan aldığı
pasaportla Ayron Duk zırhlısına bindi. Bütün Yunan komuta heyeti, ortadan
kayboldu.
Bu gizli kaçışlar sonunda limanda sadece, bir grup asker kaçığı, göçmen
ve bir miktar da askeri araç ve bir de gemilere binemeyen bir Yunan taburu
kaldı.
Müttefik kuvvetler başkonsolosları, kenti teslime karar verdiler.
L'ILLUSTRATION
İngiliz kolonisinden
bir grup, Londra bandıralı Yunan gemisi "Elpinikl" ile İzmir'den
ayrıldı.
Bay İsterkiyadis'in Fransız Başkonsolosluğu'na bıraktığı Gümrük ve Hükümet
Konağı'nın anahtarları, müttefik devletler başkonsoloslarına teslim edildi.
Müttefiklerin birlikleri, daha önceden belirlenen noktaları koruma altına
aldılar.
Mustafa Kemal Paşa'nın İzmir'e her an girebileceğini belirten bir yazıyı,
müttefik başkonsoloslar imzaladılar ve Paşa'ya gönderdiler.
Bu yazılarında başkonsoloslar, Mustafa Kemal Paşa'dan İzmir'e savaşmadan
girmesini diliyorlar ve kenti kendilerine olduğu gibi teslim etmeye hazır
olduklarını bildiriyorlardı.
Kendilerine alt konsolosluk ve işyeri gibi birkaç binanın, kendi
askerlerince koruma altında tutulmasının ise. anlayışla karşılanmasını rica
ediyorlardı.
Önemli miktarda takviye birlikleri taşıyan Jan Bar gemisi, İzmir limanına
ulaştı. İtalyan amirali yarın şehre gelecek.
9 EYLÜL 1922
Dün gece İzmir bir olay yaşadı. Bir trenle buraya gelen 300 kadar Yunan
askeri, kenti yakmak ve yıkmak tehdidinde bulundular. Şimendifer yapım binalarını
koruyan kuvvetlerimiz, bunların istasyondan çıkıp kente girmelerine engel
oldu ve tümünü gemilere bindirilmek üzere Urla'ya sevketti.
Bu sabah saat 10.30'da, ikinci Türk Süvari Tümeni İzmir'e girdi.
Askerlerin teçhizatı kötüydü. Uzun bir savaştan çıktıkları, askerlerin yüzlerinden
okunuyordu. Buna karşın, kentin içinde, hayret uyandıracak bir sessizlik,
ciddiyet, dürüstlük ve düzen içinde resmi geçit yaptı.
Fransız Konsolosluğu önünde bu resmi geçidi izleyen Amiral Domenil, Türk
subaylar tarafından saygıyla selamlandı. Türk subayları kent içinde dolaşırlarken,
Fransa'ya karşı dostluk duygularından başka bir duygu taşımadıklarını, her fırsatta belirttiler.
Nurettin Paşa, Vilayet işlerini devraldı ve çalışmaya başladı. Başkonsoloslar
kendisini hükümet konağında karşılayıp konağın anahtarlarını teslim ettiler.
EN ÇOK ALKIŞ RUMLARDAN GELDİ
Vali Paşa, karaya çıkarılmış deniz birliklerinin kentte kalmalarını güçlükle
kabul etti. Yangın çıkarma ve yağma olayı olmayacağı konusunda kesin bir dille
güvence verdi.
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri bu gece kente, törensiz girecek.
Göçmenlerle dolu rıhtımdan birkaç kişi, denize düştü. Panik içindeki
Yunanlılar, müttefiklerin korudukları binalara sığınmak istiyorlar. Her ülkeye
mensup halk, gelip Türkleri içtenlikle alkışlıyordu. En fazla alkış, Rumlardan
yükseliyordu.
Gün boyunca İzmir'e gelmekte olan, Türkler ise yabancıların bu sevgi gösterilerine
aldırmaz bir tutum içindeydiler.
Düzenli Türk kıtalarının kente girişlerinde hiçbir olay olmadı. Kıtaların
arkasından kuşkulu ve başıbozuk bazı kişiler ise, kentteki kalabalık arasına
karışınca bazı adam öldürme ve kavga olayları görüldü.
Bunlar üzücü olanlardır ama, ciddi bir otoriteye sahip Türk
birliklerinin, en kısa sürede bu olayları durduracağı kesindir.
Savaşın başlarından beri Yunanlıların Türklere karşı olan insanlık dışı
tutumları gözönüne getirilince, karşılığında daha büyük olaylar
beklenmekteydi.
Korkulan bu olaylar görülmedi. Ufak tefek olanlar ise kendi boyutları çerçevesi
içinde kaldı.
TAN: OLAY YOK
Tan gazetesi 11 Eylül 1922 tarihli sayısında, İzmir'in kurtuluşunu şöyle
bildirmektedir:
"Türk süvarisi dünkü cumartesi günü İzmir'e ulaşmış Yunanlıların
hiçbir direnişi olmadan kenti işgalcilerden kurtarmıştır.
Şimdiye kadar gelen haberlere göre, Türklerin İzmir'i teslim
alması pek büyük bir düzen içinde
gerçekleşmiş ve kentte üzüntü yaratacak herhangi olaya rastlanmamıştır.
Gerçekte üç günden beri İzmir'de Yunan hükümeti yönetimi görülmemekteydi.
Çünkü kişisel yaşamını kurtarmak çabasına giren Yunan komiseri. görevini ve
kendi halkını bir anda geride bırakmış ve Leston adlı Yunan krüvazörüne sığınmıştı.
Mustafa Kemal Paşa'nın komutasındaki Türk ordusu, onbeş gün içinde, yıldırım
gibi bir hücumla hedefine ulaşmıştı. Bu süre içinde çarpıştıkları Yunan
ordusunu, İzmir'de denize döken Türk ordusu, kente girerek, kent yönetimini tümüyle
ele geçirmiştir.
Yunanlıların elindeki anavatan toprakları, işgalcilerle hiçbir görüşme
yapılmasına gerek duyulmaksızın, sadece silah gücüyle geri alınmıştır.
Bu zaferden sonra, Küçük Asya muammasına çözümün Türkler tarafından
getirildiği kabul edilmektedir.
CORRIEA DELA SERA: MİSİLLEME
YAPILMADI
İtalyan gazetesi Corriera Della Sera ise, 14 Eylül 1922 tarihli sayısında,
İzmir'in Türkler tarafından geri alınışının öyküsünü bir Amerikalı gazetecinin
notlarına dayanarak şöyle bildirmektedir:
"Chicago Tribüne gazetesi İzmir muhabiri, halkın ruhsal görünümünde
göze çarpan bir değişiklikten söz etmektedir. İzmir'deki Rumlar, 36 saat kadar,
korkunç bir kabus geçirdiler. Rumların korkuları, Türkler tarafından büyük bir
katliama geçileceği korkusundan kaynaklanıyordu. Böyle bir olayın gerçekleşmemesi
üzerine Rumlardaki korku, şimdi yerini hayrete bıraktı.
1919 yılında, Yunan işgali başında dökülen kan, tazeliğini anılarda
koru maktadır. Türklerin İzmir'i geri almalarından sonra bir misilleme
yapmalarını bekleyen Rumlar, yaşamlarının büyük bir tehlike içinde olduğuna
inanıyorlardı. Fakat Amerikalı muhabir Türklerin değil bir katliama girilmek
tam aksine, son derece ılımlı ve ciddî bir davranış içinde bulunduklarını
bildirmektedir. Askeri kıtalar tarafından kurşuna dizilen birkaç çapulcu ile
kişisel düşmanlıkların hedefi olan birkaç Ermeni, Rum ve Türk'ün öldürülmeleri
olayında, kentte öldürme olayına rastlanmamıştır.
Muhabir, "Pazar günü 15, pazartesi günü ise 5 olmak üzere toplam
20 ölüm olayı olduğunu" bildirmiştir.
Amerikan birliklerine mensup subaylar ite İzmir’de en fazla 100 kişinin
öldürüldüğünü, bir tahmin olarak belirtiyorlar.
YUNANLILAR YAKIP YIKTI
.Muhabir, İzmir'in yeni valisi Nurettin Paşa'nın çevresinde birkaç
subay ve askerlerle birlikte Ermeni mahallesinde dolaştığını ve yağmacıları
bizzat yakalayıp aldıkları eşyayı bıraktırdıklarına gözleriyle tanık olmuştur.
Amerikalı muhabirlerle kısa bir görüşme yapan Nurettin Paşa, Yunanlıların
işgal sırasında yaptıklarına hiçbir zaman aynı biçimi karşılık verilmeyeceğini
söylemiş ve İzmir'de asayişin çok kısa bir sürede gerçekleşeceğini bildirmiştir.
Gazetesine gönderdiği mektubunda Amerikalı muhabir şöyle demektedir:
"Yunan ordusunun yakıp yıktığı ve Yunanlıların öldürdüğü binlerce
Müslüman, cenazeleriyle dolu arazi şimdi Türklerin elindedir. Bu manzaraya
karşın Türklerin hiçbir misillemeye girişmemeleri, Türk ordusunun
disiplinine en somut örneği oluşturmaktadır.
Bu durum, cidden belirtilmeye değer niteliktedir.
Süvari, piyade kuvvetleri, asayişin sağlanması için jandarma
kuvvetlerine yardım etmektedir. Yabancılar mahallesinde hiçbir olay görülmemiştir.
Altı bin Yunan esiri dün kente getirilmiştir. Bunlar, İzmir'in sınırında
yapılan savaşlarda esir düşmüşlerdir. Müslüman halk bunlara saldırmak istedi
ama Türk komutanlar, halkı durdurdular ve esirlere zarar verilmesini önlediler.
İstanbul'dan öğrenildiğine göre. işgal kıtalarının sadece İstanbul'da
ve boğazlarda bırakılması kararlaştırılmıştır."
CHICAGO TRIBUNE MEKTUP
YAYINLIYOR
Chicago Tribüne gazetesi muhabiri, İzmir'deki Avrupalı subayların gözlemlerine
dayanarak, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ni zafere götüren savaşlarını
inceldiklerinde, Paşa Hazretleri'nin yüksek bir askeri yetenek gösterdiğinin
anlaşıldığını belirtmektedir.
Moming Post gazetesinin 7 Kasım 1922 tarihli sayısında. Aydın şimendiferinde
çalışanlardan birinin, ailesine gönderdiği mektubu yayınlamıştır.
12 Eylül 1922 tarihinde İzmir'den postaya verilen bu mektupta şöyle denilmektedir:
"Gazetelerde, Yunanlıların İzmir'i tahliye ettiklerini ve Mustafa
Kemal Paşa'nın İzmir'e girdiğini okumuşsunuzdur.
Yunan geri çekilmesi başladığı zaman, İzmir'e doğru kaçan göçmen halkı
taşımak üzere kentte bulunuyordum. Yunan ordusuyla birlikte ben de kaçmak
zorunda kaldığım zaman Yunan kıtalarının, düzenli Türk asker ve çeteleriyle
savaştıklarını seyrettim. Yunan ordusunu gördükten sonra şunu diyebilirim:
Buraların Yunanlılara verilmesinden artık söz edilmemelidir. Ben Türkler ile
daima birlikte yaşarım. Cumartesi günü Türklerin İzmir'e girişi, olağanüstü
bir olaydı. Kendilerine karşı bomba atıldığı hakle, Türklerden bir silah bile
patlamadı.
İZMİR
YUNAN DEĞİL, TÜRKTÜR
Sevgili anne ve baba, her İngiliz anlamalıdır ki İzmir Yunan'ın değil,
Türk'ün olmalıdır. Yunan ordusu geri çekilirken karşısına çıkan her binayı yaktı
ve tüm memleket onlar tarafından tahrip edildi.
Sanırım gazeteler, Türkler, Ermenileri katlediyorlar diye feryada başlamıştır.
Ermenilerin davranışlarını gördükten sonra Türkler ne yapsa haklarıdır demek
isterim. Ermeniler, Mustafa Kemal Paşa'ya bile bomba attılar. Burada bulunup
da Türk ve Yunan ordularının nasıl davrandıklarını görseydiniz, siz de Türklere hak verirdiniz.
Aydın şimendifer istasyonu yangından kurtuldu. Fakat bizim için artık
iş yoktur. Hiçbir kent ve köy sağlam bırakılmadı. Yunanlılar İzmir'in
neredeyse tümünü yaktılar. Yiyecek bile bulunamıyor şimdi. İzmir'e tekrar döndüğümüz
zaman İngiltere, Türkiye aleyhine savaş ilan ederse, hiçbirimizin kurtulacağını
sanmıyorum. Eğer zalim Yunanlılar geri çekilirken bu biçimde davranmasalardı.
Türkler de karşılık vermezlerdi.
On beş günlük ilerleyişlerinde Türk kent ve köylerinden geçen herhangi
bir asker, bu kent ve köylerin yakılıp yıkılmış dorumunu gördükten sonra başka
türlü davranamazdı.
Uygar sandığımız Yunanlıların, geri çekilirken yaptıkları çirkin davranışların,
uygarlıkla hiçbir ilgisi yoktur, İngiltere bu köpekleri koruyorsa, İngiliz
ulusunun alçalmakta olduğunu söylemekten başka diyecek birşey yoktur.
ATATÜRK'ün İLK BASIN TOPLANTISI
KİMLER VARDI?
FALİH RIFKI ATAY
Ünlü yazar ve gazetecidir. İstanbul Edebiyat Fakültesinden mezun
olduktan sonra Tanin gazetesinde yazarlık yaptı. Yedeksubay olarak Suriye'yi
gitti. Akşam gazetesinde yazdığı Günün Fıkraları'ndan ötürü Divan-ı Harbe
verildi. İnönü Zaferi'nden sonra Ulus ve Milliyet gazetelerinde başyazarlık
yaptı. Çeşitli öyküleri ve romanları vardır.
AHMED EMİN YALMAN
Ünlü gazeteci ve yazardır. Alman Lisesi'ni bitildikten sonra Babıâli
tercüme odasında Çalışmaya başladı. New York'ta, Columbia Üniversitesi'ni,
felsefe doktoru olarak bitirdi. Damat Ferit hükümeti tarafından Kütahya'ya İngilizler
tarafından da Malta'ya sürüldü. Türkiye'ye dönünce, Ahmet Şükrü ve Enis
Tahsin'le birlikte 1923'de Vatan gazetesini kurdu. 1950'lerde, Vatan
gazetesindeki yazılarından ötürü 15 ay hapse mahkûm oldu. Gözlemlerine
dayanarak yazdığı çeşitli kitapları vardır.
Ünlü gazeteci yazar ve romancıdır. Fransız Frerler Okulu'nda okudu. Meşrutiyetin
ilânından sonra İstanbul'a döndü. Çeşitli dergilerde yazıları yayımlandı.
Kurtuluş Savaşı sırasında Cumhuriyet, Hakimiyeti Milliye gazetelerinde ve Türk
Yurdu dergisinde sürekli fıkra ve makaleleri yayımlandı. Tedavi amacıyla gittiği
İsviçre'den, 1926 yılında, Milliyet gazetesine mektuplar yazdı. 1932'de Kadro
dergisini çıkardı.
İstanbul
basını ile ilk görüşme uzun yıllar gizli kaldı
İZMİR'in kurtarıldığı 9 eylül
1922 günü, Anadolu'da savaş sona ermişti amma, İstanbul ve Trakya işgalci düşmanlardan
henüz arındırılmamıştı.
Batılılar, İzmir'de bulunan Mustafa Kemal Paşa'ya başvurdular ve ateşkes
görüşmeleri yapmak istediklerini bildirdiler.
Mustafa Kemal Paşa, işgalcilerin bu isteğini kabul etti. Ateşkes görüşmelerinin
Mudanya'da yapılması kararlaştırıldı.
İzmir'in kurtarılışından üç hafta sonra, 4 ekim 1922 tarihinde, ateşkes
görüşmelerine Mudanya'da başlandı.
Mustafa Kemal Paşa, bu anlaşmadan üç ay sonra, 14 ocak 1923 tarihinde,
bir geziye çıktı.
Amacı, saltanat ve hilafet konusunda alınan kararların halk üzerinde ne
gibi etki yaptığını incelemek ve saptamaktı. Mustafa Kemal Paşa, halkla sık sık
yakın ilişki kuracağı bu yurt gezisinde ayrıca, kurmayı tasarladığı siyasal
parti konusunda halkın nabzını da yoklamayı amaçlıyordu.
İzmir zaferinin üstünden dört ay geçmişti. İstanbul, çeşitli görüşlerin,
değişik fikirlerin ortaya atıldığı bir siyasal arenaya dönmüştü.
Meşrutiyetin yeniden kurulması, halifenin ve saltanatın güçlenmesini
isteyenler yanlarında, başkentin yeniden İstanbul olmasını isteyenlerle,
toplumsal devrimlere gerek görmeyenlerle bütünleşiyorlardı.
Mustafa Kemal Paşa, bu çeşitli görüş ve fikirlerin oluşturduğu kargaşaya
bir açıklık, bir kesinlik getirilmesinin gerekliliğine inanıyordu. Bu nedenle İstanbul'da,
kamuoyunun aydınlatılmasının bir zorunluluk olduğunu görüyordu.
Öncelikle İstanbul basınıyla görüşmek istedi. Basının temsilcilerine ülkenin
ve ulusun gerçek durumunu tüm açıklığıyla anlatmak ve gönüllerdeki, kafalardaki
görüş ve fikir kargaşasına akıl yolunu egemen kılmak için onları göreve çağırmak
istiyordu.
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul basınının temsilcilerini bu amaçla İzmit'e
çağırdı. Önce onların görüşlerini, fikirlerini dinleyecek, sonra da sözü
kendi alacaktı.
Basın, bilmesi gereken, fakat bilmediği bazı gerçekleri Mustafa Kemal
Paşa'dan öğrenecek ve görüşlerini, fikirlerini, bu gerçekleri gözönüne alarak,
yeniden oluşturacaktı.
İzmit'teki bu görüşme, 1923 yılının 16-17 ocak gecesi yapıldı.
Saat 22.00'de başlayan görüşmeler, sabahın 03.00'üne kadar sürdü.
Büyük bir gizlilik içinde yapılan görüşmenin, dört duvar dışına taşmaması
ve halka yayılmaması için söz verildi.
Konuşulan her şey görüşme bittiğinde unutulacaktı.
Bu tarihsel görüşmenin üzerinden şimdi tam 59 yıl geçti.
O günlerde belki bir hayal, ya da gerçekleşmesi çok zor bir emel gibi görünen
birçok konular, şimdi günün somut gerçekleri olarak karşımızda duruyor.
O geceki gizli toplantıda Mustafa Kemal Paşa, "Yapalım ve
yapacağız" sözleriyle ileri sürdüğü
görüşlerinin, büyük bir bölümünü o geceyi izleyen günlerde tek tek gerçekleştirdi.
O'nun, bugün bile hala gerçekleştirilmemiş bazı görüşleri vardır. Bu görüşlerin
gerçekleştirilmemesinin suçu ise, tümüyle bizlerin omuzlarındadır.
Mustafa Kemal Paşa'nın, 59 yıl önce İzmit'te, İstanbul basınının temsilcileriyle
yaptığı ve bugüne kadar açıklanmayan bu çok gizli ve çok özel görüşmeyi, tüm
ayrıntılarıyla, bugün gün ışığına çıkarıyoruz.
===========================================
B İ L G İ L E N M E K H E R K E S İ N H A K K I D I R
http://groups.google.com/group/merakediyorum
E-posta : merakediyorum@googlegroups.com
===========================================
B İ L G İ L E N M E K H E R K E S İ N H A K K I D I R
http://groups.google.com/group/merakediyorum
E-posta : merakediyorum@googlegroups.com
===========================================
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder